Blog

Üreten insan tükenen fotoğraf üzerine düşünceler

BİR ÜRETİM ARACI OLARAK FOTOĞRAFIN, TÜKETİM KÜLTÜRÜNÜN LOKOMOTİFİNE DÖNÜŞMESİ YA DA; ÜRETEN İNSAN/TÜKENEN FOTOĞRAF ÜZERİNE DÜŞÜNCELER:

 

“son zamanlarda fotoğraf neredeyse seks ve dans kadar yaygın bir eğlence halini aldı – bu da, her kitle sanatı gibi fotoğrafın da birçok kişi tarafından bir sanat olarak icra edilmediğini gösterir”

                                                                                                                        SUSAN SONTAG

 

 

1839 Yılında Paris bilim akademisi tarafından fotoğrafın icadının onaylanması aslına belki de ne onaylayanların ne de fotoğrafı icat edenlerin tahayyül edemeyeceği derecede hayatı etkileyen (kolaylaştıran, zorlaştıran, karıştıran, kışkırtan, dindiren, düşündüren, çözümleyen, belgeleyen, duyuran, saklayan, gizleyen, sıra dışılığı gösteren, sıradanlaştıran…) bir icadın onaylanmasıydı.

Bir görüntünün kaydedilmesi gibi masum bir isteğin, yıllarca sürecek tartışmalara meydan vereceği kimin aklına gelirdi ki? Oysa daha onaylanır onaylanmaz “resim sanatı öldü” diye bağırarak Paris sokaklarında dolaşanlar bu ilk tartışmaların habercisi idi belki de…

O yıllarda bir fotoğraf üretebilmek için, bilgi birikimi, maharet, maddi imkân ve zaman gerekmekteydi ki; bir adet fotoğrafı üretmek bütün hazırlık aşamalarının dışında sekiz- dokuz saat gibi bir süre gerekiyordu. Bu şartlarda fotoğrafı sadece kendini bu işe adamış kimya bilgisi olan ve bu işe kafa yormuş kişiler üretebilmekteydi.

Üretimindeki zorlu süreç ve maliyet fotoğraf çekme lüksünü doğurmuş, fotoğraf ancak ihtiyaç olduğunda ya da ciddi mali kaynaklar ayırabilen insanlar tarafından çekilmekteydi.

Fakat 19. Yy.’ın sonlarına doğru fotoğraf üretimindeki teknik gelişmeler fotoğraf üretiminin hızlanmasına, ucuzlamasına ve herkes tarafından yapılabilir olmasına olanak sağlamıştır. Bu konudaki en büyük gelişme 1888 yılında George Eastman’ın Kodak markası ve “siz düğmeye basın gerisini o halleder” sloganı ile piyasa sürdüğü kompakt makinayı üretmesi olmuştur. İşte dananın kuyruğu ilk olarak burada kopmuştur. Böylelikle fotoğraf sokağa çıkmış, sadece zenginlere hizmet etmeyi bırakıp tüm insanlık adına üretime başlamıştır. Artık makineler normal bir insanı ya da sıradan bir sokağı veya o an oluşan herhangi bir olayı kaydedebiliyordu.

Kodak markasının 1888’de piyasaya sürdüğü makine

Bir yerin, bir insanın ya da bir nesne veya herhangi bir metanın resmini oturduğunuz yerden çizebilirsiniz, ama bu bahsettiğimiz öğelerin fotoğrafını çekebilmek için onların gerçekten var olması ve sizin de onların yakınında bir yerlerde olmanız gereklidir. İşte 1800’lü yıllarda doğan fotoğrafın çok kısa bir süre de hayatın her alanına yayılarak baş döndürücü bir biçimde gelişmesindeki esas sebep budur. İşte fotoğraf bu gerçeklik duygusu ile ilk yıllarını yaşadı.     İnsanlar o an yaşadıklarını, gördüklerini kaydederek başkalarıyla (ve ya olayın geçtiği zamandan sonra kendileriyle) paylaşabilmek adına fotoğraflar çekmeye başladı.

Fotoğraf ilk devrimini basında kullanılması ile yaşanmaya başladı. Bir gazetede fotoğraf görmek bir olayı yazıdan çok fotoğraflarıyla anlatmak, öğrenmek/bilmek insanlara daha kolay ve daha etkileyici gelmiştir.  Kırım savaşında cephe gerisinde çekilen fotoğraflar tarihin ilk savaş fotoğrafı olarak kayda geçmiş Capa’nın sıcak cephede çektiği vurulan asker fotoğrafı ise büyük etki yaratmıştır. Bir savaşta bir askerin öldüğünü yazmak sıradanlaşmış iken bunu fotoğraflarla göstermek çok sansasyonel olmuş ilgi uyandırmış tartışmalar yaratmıştır.  Bu durum haber fotoğraflarının önemini göstermiş zaman içinde basın fotoğrafçılarının sayısını arttırmış ve neredeyse fotoğrafsız haber yapılmamaya başlanmıştır.  İlk bomba fotoğrafları, çatışma fotoğrafları, yaralı fotoğrafları, acil müdahale fotoğraflarının hepsi büyük sesler getirmiş bazen bir vahşetin duyurulmasına bazen bir yardım elinin uzanmasına bazen de daha büyük felaketlerin yaşanmasına sebep olmuştur. Dünya savaşlarının fotoğraflarının neredeyse hepsi bize savaşın belgelenmesi duyurulması ve maalesef ki kanıksanmasını sağlamıştır. 1940’larda Nazi kamplarında çekilmiş İlk vahşet görüntüsünün yarattığı tepki çok büyük iken, günlerce haftalarca halk arasında basında ve siyasette büyük tartışmalara sebep olurken bundan sadece 10 yıl gibi kısa bir süre sonra artık Nazi vahşetini anlatan fotoğraflar önemini yitirmiş, daha önce hiç görülmemiş bir Nazi vahşeti fotoğrafı yeni yayınlanmış olsa bile ilgi ya da tepki çekmemeye başlamış sıradanlaşmış açıkçası üretilen bu fotoğraf maalesef çok kısa süre içinde tüketilmiştir.

Fotoğraf: Roger FENTON – Kırım savaşı

 Tam da bu nokta da fotoğrafın üretimden çok tüketimin hizmetkârı olan asıl ve büyük alana değinmenin sırası; reklam dünyası! Fotoğraf burada tamamen üretimden sıyrılıp tüketimi sağlamak amacına hizmet eder. Hunharca her şeyi tükettiğimiz bu çağda reklam dünyasından fotoğrafı çıkardığınızda ortaya ne kadar büyük bir boşluğun çıkacağını bir düşünelim… Üretilen veya satılan ürünün/hizmetin kendisinden çok fotoğrafı ile ikna eder bizi satıcı.  Ürünün kendi üstünde, sergilenmesinde ve satışı sırasında ön planda nesnenin kendisinden çok görüntüleri olur. Bir elektronik cihaz aldığınızda, bir ev bir araba ya da bir tatil paketi satın alırken bile ürünün kendisinden çok tanıtım kataloğundaki resimlerle vaktinizi çalarlar, Çünkü fotoğraf ürünün kendisinde var olan estetik olmayan, ya da göze hitap etmeyen alanları kapatır. Ürün gözün alışılagelmiş görme alışkanlığından ayrı çeşitli teknik olanaklar ve ışık olanakları ile gerçekte olduğun daha estetik ve çekici hale getirilir çünkü.

Bunu yiyin bu daha lezzetli, bunu alın bu daha güzel, burada oturun burası daha rahat, buna binin bu daha konforlu, bunu giyin bu daha çekici demek, bunu söz ve yazı ile uzun uzun anlatmak yerine bunu fotoğraflarla ile anlatmak daha kolay, daha sade ve daha etkileyici olmuştur.

Bir reklam fotoğrafının oluşum süreci zorlu bir süreçtir. Bir ürünün özelliklerini sözlere gerek duymadan anlatmak, alıcının zihninde yer etmesini sağlamak varsa kusurlarını gidermek ve kalitesini ön plana çıkarmak amacıyla fotoğraflar çekmek teknik bilginin yanında sosyoloji ve ekonomi hatta tarih bilmeyi gerektirir. Bu süreç belirli bir hazırlık aşamasından sonra bir ürüne ait bir sürü fotoğrafın üretilmesi bazen tek tek bazen de birden fazlasının bir arada kullanılması ile devam eder.

Ürünün üretiminde tanıtımında ve satışında üretilen kullanılan bir sürü fotoğraf, bizim ürünü almamız ile bütün önemini yitirir. Biz ürünü aldığımız anda daha belki de ürünün kendisini kullanmadan ya da tüketmeden önce bu sürece kadar üretilmiş bütün fotoğrafları bir anda tüketmiş oluruz.

Bir reklam fotoğrafı çekimi.

Fotoğrafın icadından günümüze kadarki yaklaşık 180 yıllık serüveninde elbette ki yukarıda saydığımız alanların dışında çok fazla kullanım alanı oldu. Siyasette kullanımı moda dünyasında kullanımı, günlük hayatta kullanımı vs vs…  İki yüzyıla yaklaşan bu süreçte üretilen fotoğrafların belki de daha da önünü açan en büyük olay elbette ki çağımızda yaşadığımız dijital gelişmelerdir. Fotoğrafın kimyasal süreçlerden kurtulup tamamen sayısal verilere dayanarak kısa sürede ve başka hiçbir işlem gerektirmeksizin oluşması herkesi her anda fotoğraf çekebilecek seviyeye ulaştırması fotoğraf üretimini her ne kadar zirveye çıkarmışsa da bu gelişmeler tüketimi de zirveye çıkarmıştır. Çok yakın tarihe kadar aldığımız bir 36 pozluk filmi doldurma banyo ettirme ve fotoğrafları elimize alma sürecimiz günler sürerken bir anda cep telefonlarımıza giren kameralar sayesinde saniyeden bile çok kısa süre içinde fotoğrafı elde etmemizi sağladı. Eskiden bir iki albüme sığan fotoğraflarımıza önce kilobaytlık megabaytlık saklama alanları yeterken, şimdilerde gigabaytlar terabaytlar yetmemeye başlamış, çok yakın zamanda petabaytlar hatta exabaytlar ile telaffuz edeceğimiz saklama alanlarını arar hale geleceğimiz kesinleşmiştir.

Fotoğrafın dijital olarak evrilmesi ve özellikle de cep telefonlarımıza bir kamera yerleştirilmesi ile fotoğraf gündelik hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi.  Artık “neredesin?” sorusuna “evdeyim” diye basit bir cevap yazmak yerine hiç o işe girişmeyip evdeki halimizi gösteren bir fotoğraf çekip cevap olarak atıyoruz. “Ne yapıyorsun? Kiminlesin? Ne yiyorsun?” gibi soruların cevapları da keza öyle. Artık hangi aktiviteyi fotoğraf çekmeden yapabiliyoruz ki? Yemek yiyorsak önce fotoğrafını çekip paylaşıp öylece yemeğe başlıyoruz. Bir ürün aldığımızda, bir yere gittiğimizde bir aktivite içerisinde iken fotoğraf eylemden önce geliyor.

Eskiden 36 lık bir poz bazen haftalarca makinamızın içinde saklı kalırken, günümüzde sıradan bir gün içinde dahi kaç fotoğraf çektiğimizi hiç düşündünüz mü? Hangi düğün gezi ya da eğlence sırasında her birimizin kamerasında 150-200 civarı fotoğraf olmuyor ki? Yılbaşı, final maçı, mezuniyet töreni gibi biraz gündelik hayatın dışındaki olayları düşünmesi bile zor bu anlamda. Günlük 400-500 ve varan çekimler,2-3 gigabaytlık alanlardan bahsediyorum.

Pratikliği elbette su götürmez bir gerçek. Ama bunların fotoğraf olarak değeri, saklanması arşivlenmesi? Ayıklanması ve düzenlenmesi? İşte üretimi kolaylaştıkça tüketimi de kolaylaşmış ve maalesef ki kalitesi de kaybolmaya yüz tutmuştur.

Bir aktivite sonrası fotoğrafları saklama alanlarına alırken kaç fotoğraf siliyoruz?  Kaçını saklıyoruz? Kaçını düzenliyor ve paylaşmaya değer görüyoruz?  Yakın bir tarihe kadar bir misafirliğe gidildiğinde yapılan ilk işlerden biri aile albümünü açıp misafirlere göstermek olurdu. Şimdi gelen misafirlerimize hard diskimizi açıp çekilen fotoğrafları göstermeye kalkmanın saçmalığı bir yana, bunun ne kadar zaman alabileceğini hayal edebiliyor muyuz? Sakladığımız binlerce fotoğrafa ne sıklıkta bakabiliyoruz? Gerçekten arada sırada arşivimizi açıp bakmak istediğimiz ve bakmaktan keyif aldığımız kaç fotoğrafımız var? Bu dijital çöplüğün içinde çöp değil dediğimiz kaç fotoğraf?  İşte tam da bu noktada Walter BENJAMIN’in “ Geleceğin cahilleri alfabeyi sökemeyenler değil fotoğraf çekemeyenler olacak deniyor. Ama kendi fotoğrafını okuyamayan fotoğrafçıyı da cahil saymak gerekmez mi?” sözünü hatırlamak gereklidir.
Elbette ki bir görüntüyü kaydetmek, düzenlemek, paylaşmak başlı başına bir üretimdir. Ancak bu üretimi yaparken fotoğrafın temel felsefesi ve üretim sebebi olan “kalıcılık” olgusunu da unutmamak gerekir.  Hazır üretimi bu kadar kolaylaşmışken, fotoğrafı bir anı, bir sanat ürünü ve bir belge olarak kullanmalı, maalesef ki sanal bir çöplüğe dönüşen dünyamızda bu çöplüğü en çok dolduran unsurun fotoğraf olmaması için çaba harcamalıyız.

 

İnan ELATAŞ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.